ՓՈՔՐ ԱՍԻՈՅ ՄԷՋԷՆ

ԵՐՈՒԱՆԴ ՍՐՄԱՔԷՇԽԱՆԼԵԱՆ (ԵՐՈՒԽԱՆ)

ԺԱՄԱՆԱԿ օրաթերթը 2015 թուականի մթնոլորտին մէջ կը վերարժեւորէ իր նահատակ աշխատակիցներուն ստեղծագործութիւնները։ Ծանօթ է, որ 1915 թուականին նահատակուած մտաւորականներուն կարեւոր մէկ մասը այդ շրջանին աշխատակցած էին թերթիս։ Եղեռնէն դար մը անց անոնք այսօր կ՚ոգեկոչուին՝  սրբադասուած ըլլալով նաեւ Ցեղասպանութեան 100-րդ տարելիցին առթիւ։ Թէ՛ անոնք ոգեկոչելու եւ թէ իրենց արտադրանքը մերօրեայ սերունդներու յիշողութեան մէջ թարմացնելու առաջադրութեամբ ԺԱՄԱՆԱԿ որոշած է իր նահատակ հեղինակներէն մէկ քանիին գործերը վերահրատարակել։ Այսպէս, թերթիս խմբագիր ու բանասէր Սեւան Տէյիրմենճեանի ջանքերով լոյս տեսած է Երուանդ Սրմաքէշխանլեանի կողմէ ԺԱՄԱՆԱԿ-ի մէջ ստորագրուած երկերու ժողովածոն։ Այս գործը ամրան ներկայ շրջանին գրասէրներու  տրամադրութեան տակ կը դրուի՝ հաշուի առնելով, որ Սփիւռքէն ալ բազմաթիւ հայեր այս շրջանին կ՚այցելեն քաղաքս։

Երուխան (1870-1915), արեւմտահայ գրականութեան կարեւոր անուններէն մէկը, իր նահատակութեան 100-րդ տարիին, կը ներկայանայ բոլորովին նոր հատորով մը։ Երուանդ Սրմաքէշխանլեան իրապաշտական հոսանքի յառաջատարներէն մէկն էր։ «Ամիրային աղջիկը» վէպը, ձկնորսներու կեանքէն քաղուած իր նորավէպերը արժանի տեղ մը ապահոված էին իրեն՝ Արփիարեանի, Բաշալեանի, Կամսարականի, Օտեանի նման հեղինակներու կողքին։ 1896-ին, համիտեան հալածանքներուն հետեւանքով, Պոլսէն դէպի Պուլկարիա եւ Եգիպտոս հեռացած արուեստագէտը, 1908-ին, սահմանադրութեան վերահռչակման տարին, մայրաքաղաք վերադարձող հեղինակներէն մէկն էր նաեւ։ Ահա այդ թուականին իսկ Երուխան դարձած էր ԺԱՄԱՆԱԿ-ի աշխատակիցներէն մէկը՝ ստորագրելով քաղաքական ու ազգային նիւթերուն վերաբերեալ հրապարակագրական յօդուածներ, ինչպէս նաեւ քանի մը նորավէպեր։ ՀՅԴ-ի մամուլին համար յօդուածներ ստորագրող Երուխան ԺԱՄԱՆԱԿ-ի էջերուն վերստին կը յայտնուի 1913-ին, երբ արդէն սկսած էր իր կեանքը ապրելու Խարբերդի մէջ, որպէս մանկավարժ։

Երուխանին ԺԱՄԱՆԱԿ-ին բերած աշխատակցութիւնը կարեւոր է նկատի ունենալով այն հանգամանքը, որ ան մանրանկարն է իր գրական ամբողջ գործունէութեան։ Նախ զինքը կը ճանչնանք որպէս գեղարուեստական գրականութեան պատկանող անուն մը՝ իր նորավէպերով։ ԺԱՄԱՆԱԿ-ի էջերուն Երուխան ստորագրած է չորս նորավէպեր, որոնցմէ երկուքը առաջին անգամ է, որ մաս կը կազմեն հատորի մը, իսկ միւս երկուքը նախապէս տպագրուած են հեղինակի կենդանութեան օրօք տպագրուած հատորին, ինչպէս նաեւ Փարիզի, Երեւանի ու Անթիլիասի հրատարակութիւններուն մէջ։

Երուխանի հրապարակախօսութիւնը... Մամլոյ տարբեր միջոցներու էջերուն ցրուած քաղաքական ու հասարակական բնոյթով այս յօդուածները ցարդ չեն ամփոփուած առանձին հատորի մը մէջ։ Այս հատորը առաջին փորձ մըն է այդ ուղղութեամբ։ Երուխան իր յօդուածներուն ընդմէջէն կը յայտնուի որպէս մէկը, որ սրտցաւօրէն կը հակի երկրի առօրեայ հարցերուն վրայ, սահմանադրութեան խոստացած իրաւունքներուն հանդէպ խստապահանջ եւ օսմանեան հայրենիքին հաւատացող մը, ինչպէս էին մեծ մասամբ իր սերնդակիցները։

Եւ վերջին նորութիւն մը եւս։ Երուխան նեղուած ու ձանձրացած Պոլսոյ միջավայրէն, մխիթարութիւն կ՚որոնէ հայրենի մթնոլորտին մէջ՝ ուսուցչական պաշտօն ստանձնելով Խարբերդի մէջ, ուր կը դառնայ տեղւոյն Կեդրոնական վարժարանին տեսուչը։ Դէպի հայրենիք իր ճանապարհորդութիւնը եւ գաւառական կեանքը ան Պոլսոյ ընթերցողներուն կը ներկայացնէ «Փոքր Ասիոյ մէջէն» խորագրեալ յօդուածաշարով մը, որ ինչպէս միւսները, առաջին անգամ ի մի կը բերուին այս հատորին մէջ։

«Փոքր Ասիոյ մէջէն» հատորը կազմած, խմբագրած ու ծանօթագրած է բանասէր ու գրականագէտ Սեւան Տէյիրմենճեան։ Յառաջաբանի հեղինակն է սփիւռքահայ անուանի բանասէր Վարդան Մատթէոսեան։ Կողքը պատրաստուած է տաղանդաւոր նկարիչ Արէտ Կըճըրի կողմէ։ Տպագրութիւնը իրականացուած է ԺԱՄԱՆԱԿ-ին կողմէ, որպէս երկրորդ հրատարակութիւնը իր դարադարձին ձօնուած մատենաշարին, Քասիմի «Օրուան մտածումներ»էն ետք։

Մեծ Եղեռնի նահատակ գրողներէն Երուխան եղերական վախճանին 100-րդ տարելիցին իր մոռցուած գործերով վերստին կը խօսի հայ հասարակութեան հետ։

(ԺԱՄԱՆԱԿ, 27 Յուլիս 2015)

*

Yervant Sırmakeşkhanlıyan (1870-1915) ve Küçük Asya’dan

Aylin Koçunyan

Küçük Asya’dan, 24 Nisan 1915’te ölüme gönderilen ve 1914 başına dek gazetenin sütunlarına katkıda bulunmuş olan Yervant Sırmakeşkhanlıyan (1870-1915) veya kısa adıyla Yerukhan’ın iki farklı türde yazdıklarını, makaleler ve hikâyeler olmak üzere üç ayrı bölümde, ilk kez bir araya getiriyor. Kitap, 20. yüzyıl Osmanlı Ermenilerinin iç dinamiklerini, cemaat-geniş toplum ilişkisini, sosyal Darwinizmin cemaatlere yansıyış şeklini ve Ermenilerin var olma endişelerini, cemaat-ihtilal-anayasa ilişkisini ve özellikle Adana bağlamında beliren şiddet terminolojisinin 1915’in habercisi gibi yavaş yavaş yankılanışını gözlemlemek açısından ilginç boyutlar taşıyor.

Önsözünü New York’tan filolog Vartan Mateosyan’ın kaleme aldığı ve Jamanak gazetesi editörlerinden filolog Sevan Değirmenciyan’ın yayına hazırladığı Küçük Asya’dan kitabı, 24 Nisan 1915’te ölüme gönderilen ve 1914 başına dek gazetenin sütunlarına katkıda bulunmuş olan Yervant Sırmakeşkhanlıyan (1870-1915) veya kısa adıyla Yerukhan’ın iki farklı türde yazdıklarını, makaleler ve hikâyeler olmak üzere üç ayrı bölümde, ilk kez bir araya getiriyor. Kitap, Jamanak gazetesinde yazmış bu önemli Ermeni aydınının düşünce dünyasını yeniden toplumsal belleğe kazandırmak amacıyla kurum bünyesinde yürütülen bir çalışmanın eseri. Diğer açıdan da bakarsak, 2008’de gazetenin yüzüncü yıl kutlamalarıyla gündeme gelen ve bugüne dek kurucu Misak Koçunyan’ın edebi mirasının kitaplaştırılmasına yönelik bir çalışmanın da devamı niteliğinde. Bütün bu miras, ister kurucu Misak Koçunyan’ın özelinde olsun ister genel anlamda Jamanak’ta yazıp çizmiş diğer aydınlar açısından olsun, işin doğası gereği,  üretim dili olan Ermenicede derleniyor. Ama belki uzun vadeli bu projenin bir diğer ayağının da, Türkiye’deki bellek ve entelektüel tarih çalışmalarına katkıda bulunmak üzere, bu yapıtların bazılarını, Türkçeye de aktarmak olmalı. Bu, hem çok uluslu bir imparatorlukta bütünün parçası olan cemaatlerde siyasetin nasıl tartışıldığını hem de bu tartışmanın Osmanlıca dışındaki imparatorluk dillerinde hangi terminolojiyle yapıldığını gözlemlemek açısından ilginç olabilir.

Kitapta göze çarpan ve belki de Yerukhan’ı en çok üzen nokta, Anadolu topraklarında yaşayan Osmanlı Ermenilerinden epeyce sayıda insanın 20. yüzyıl başında özellikle Amerika ve Avrupa’ya göçüdür. Çeşitli şehirlere yaptığı ziyaretler sırasında sohbet ettiği insanların aktardıkları üzerinden, yazar, bu olgunun toplumsal ve siyasi nedenlerini sorgular; satır aralarında göçün sosyo-ekonomik sonuçlarına değinir. Dış göç kadar, Osmanlı Ermenilerinin Anadolu coğrafyasındaki hareketliliğine, yani iç göçe de dikkat çeker. Değişik şehirlerde Ermeni cemaat yaşamının nasıl şekillendiğine ve Osmanlı Ermenilerinin diğer halklara göre, özellikle de ticaret alanında, nasıl konumlandıklarına da göz atmayı ihmal etmez. Bir eğitimci olarak, kuşkusuz ki eğitim konusu kafasını en çok kurcalayan sorunlardan biridir. Bu konuda da yine çevresinde rastladığı insanlara ve onların zihinlerini kurcalayan sorulara kulak verir. Belki de en önemli husus eğitim sisteminin Ermeni cemaatinin ihtiyaçlarını ne oranda karşıladığıdır ve esas sorun, yetişen nesillerin giderek kendi cemaatlerine yabancılaşması, sadece kendi geleceklerini inşa etme kaygısıyla yaşadıkları toprakları terk etmeleri ve böylelikle nitelikli beyin gücünün Avrupa ve Amerika’ya sürekli göçüdür.

Yerukhan aynı zamanda, vilayetlerde eğitim gibi birçok sürecin sekteye uğramasında Ermeni cemaatinin merkezi yönetimiyle taşradaki teşkilatlanması arasındaki kopukluğun rolüne değinir; cemaat yöneticilerinin uzaktan ahkâm kesmek yerine sorunların kökenlerine inmek için vilayetlerle yakın fiziksel temas içinde bulunmaları gerektiğine vurgu yapar. Dönemin diğer Ermenice kaynaklarında olduğu gibi, Yerukhan da Ermeni nüfusun yoğunlaştığı vilayetlerde Kanun-i Esasi’nin yeniden tesis edilmesine rağmen güvensiz ortamın hâlâ hüküm sürmesini ve Adana katliamları gibi uç örneklerin yaşanmış olmasını gündeme getirmekte, anayasa ile yeniden yükselen adalet ve eşitlik sesleriyle vilayetlerde yaşanan şiddet arasındaki çelişkiye işaret etmektedir. Yazara göre, vilayetlerde, baskıcı devlet bürokrasisinden Ermeni köylülerin toprak ve diğer edinimlerine el koyan Kürt ağa ve aşiretlere kadar bütün ancien régime aktörleri ve davranış kalıpları yönetimsel zaaflar olarak süregelmekte ve adalet, eşitlik ve hak taleplerinin kâğıt üzerinden uygulama alanına geçmesini sekteye uğratmaktadır. Kürt aşiretlerin baskısından nasibini alan Kürt köylüleri de gündeme getirerek Yerukhan, Doğu vilayetlerinde Kürtler ile Ermenilerin ilişkilerini, duygusal ve kültürel etkileşimlerini ve dayanışmalarını da belli nüanslarla irdelemektedir. Ermeni cemaatinin partiler arası ve iç kavgalarına dikkat çekerek, gittikçe içine sürüklendiği kaosta, belli bir toplumsal konsensüse ulaşamayan bir toplumun dâhili çalkantılarının rolünü de sorgulamaktadır. Yerukhan, Ermeni toplumunun var oluşunu,  dışardan gelecek yardımlara değil, iç dinamiklerden yükselen bir toplumsal uzlaşma ve uyumlu politikalara bağlamaktadır. Bu olumsuz siyasi ortamda, satır aralarında da olsa, Mısır’ın bazı Ermeni aydınların gözünde, henüz anayasal bir süreci yaşamamış ama buna rağmen belli reformları gerçekleştirebilmiş bir siyasi model olarak yükselişine ve bu reform sürecini simgeleyen Nubar Paşa’nın başarılı bir devlet adamı imajıyla gündeme gelmesine de tanık oluyoruz.

Kitapta yer yer gündeme gelen medeniyet söylemi her ne kadar taşra-merkez ilişkisine belli bir geri kalmışlık önyargısıyla yaklaşan başkent insanı izlenimi verse de,  Yerukhan 19. yüzyıl seçkinci İstanbul aydın tiplemesinin çok ötesinde konumlanmaktadır. Ayrıca köklere bağlılığı sık gündeme getirmesi ve gelecek inşası kaygısıyla Batı’ya ve kendi gözlemiyle öldürücü ve yok edici medeni yaşam tarzlarına göç edenlere belli bir kurban gözüyle bakmasıyla,  insan yaşamındaki başarıyı belki de yerel coğrafyaya aidiyet, cemaat kimliğine bağlılık ve medeniyet arasındaki dengeli bir sentez üzerine oturtmaktadır. Mekânlara ilişkin canlı anlatımları, eski şehir kartpostallarında çoğu zaman “Ermeni mahallesi” veya “Ermeni köyü” diye rastladığımız kesitlere sanki içerik kazandırmakta ve donuk resimlerin insan unsuruyla birlikte zihnimizde canlanmasını sağlamaktadır. Hikâyeler bölümünde göze çarpan yozlaşmış Ermeni dinadamı imgesi, Fransa’daki ruhban karşıtı akımdan etkilenen 19. yüzyıl Ermeni aydınını tekrar akla getirse de, Yerukhan’ın dini otoriteye bakış açısı önem nüanslar içermektedir. Yerukhan makaleler bölümünde, Fransa ve Avrupa’daki örneklerinden farkla, kilisenin Ermeni tarihi içindeki işlevini sorgulamakta ve ruhani otoritenin yüzyıllar boyunca zorunlu olarak siyasi bir bayrak taşımış olmasına ve millet varlığının sürdürülmesinde politik otoritenin her zaman yanında yer almasına dikkat çekmektedir. Osmanlı döneminde de bu siyasi işlevin ruhani otoriteye nasıl eklemlendiği konusunu ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin çokboyutlu rolünü irdelemektedir. Dinin bir “ahlak idealine” dönüştüğü bir çağda, Ermeni milletinin ahlaki ve düşünsel düzeyinin yükselmesi için dinadamı sınıfının zayıflatılması gerektiği savının çocuksu bir hata olduğuna, bunun toplumun zayıflatılmasıyla eşdeğer bir anlamın taşıdığına ve dinadamlarına bu kadar kusur yükleninceye kadar ilk önce laiklerin her açıdan kusursuz bir sınıf oluşturması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Kitabın belki de en etkileyici boyutu, Türk-Ermeni ilişkilerine samimiyet ekseniyle yaklaşan satırlarıdır. Belki de Yerkhan’ın bütün karamsar ruh haline su serpen, dönemin kardeşlik söyleminin samimiyetsizliğini sorgulayan, Macid Efendi gibi aklı başında insanların az da olsa varlığıdır: “Allez! mon ami, l’avenir nous réserve, j’espère, de beaux jours. Il peut y avoir que nous soyons les fondateurs d’une fraternité, d’une vraie fraternité entre Turcs et Arméniens”.[1] Bu sözleri kendisine bir tanıdığı, Nışan Efendi Maksut, Tokatlıyan’da, Türkçe bir mektuptan aktarıyordu. Mektup Sakız’dan, okul arkadaşı ve can dostu Vali Ahmed Macid Efendi’den geliyordu. Samimi bir mektupta birdenbire beliren bu Fransızca cümle, samimiyet bayrağını mükemmel şekilde taşıması açısından Yerukhan için dokunaklı bir boyut içeriyordu. Sözlerin esas değeri, tesadüfi olmasında ve Türk bir hemşerinin duygularını ifade etmesindeydi. İçinde sıradan bir ruh yoktu. Herkes tarafından duyulmak için yazılmamıştı. Çoğu zaman etrafında gördüğü gibi, koşullara uygun şekilde, göz boyamak için gazete sayfalarına serpiştirilmiş parlak, allı pullu sözler değildi bunlar…

Hikayelerle makalelerin, hayal gücüyle düşüncenin birbirine geçiş yaptığı kitap, 20. yüzyıl Osmanlı Ermenilerinin iç dinamiklerini, mali sorunlarını, cemaat yönetiminin zaaflarını, somut yönetimsel ilkeler getiren bir nizamnameye sahip olunmasına rağmen, müeyyide boyutundan yoksun olması nedeniyle cemaatin idari mekanizmasının “paslanmış bir tekerlek” gibi sorunlu işleyişini, cemaat-geniş toplum ilişkisini, sosyal Darwinizmin cemaatlere yansıyış şeklini ve Ermenilerin var olma endişelerini, cemaat-ihtilal-anayasa ilişkisini ve özellikle Adana bağlamında beliren şiddet terminolojisinin 1915’in habercisi gibi yavaş yavaş yankılanışını gözlemlemek açısından ilginç boyutlar taşıyor.

Aylin Koçunyan, “Yervant Sırmakeşkhanlıyan (1870-1915) ve Küçük Asya’dan”, Toplumsal Tarih, 262 (Ekim 2015), s. 94-95.

[1] Cümlenin Türkçe çevirisi: “Dostum umuyorum ki gelecek bize güzel günler vadedecek! Olabilir ki bir kardeşliğin kurucuları olalım, Türklerle Ermeniler arasındaki gerçek bir kardeşliğin”. Bu bölüm, kitabın “Ե՞րբ Արդեօք” (Acaba ne Zaman?) başlıklı makalesinden alınmıştır.